İKİNCİ KİTAP

BATIN TEFSİRCİLERİ RİSALE-İ NUR'U NASIL YORUMLAMAKTADIRLAR? AHİR ZAMAN VE MEHDİYET KONUSUNDA YAPILAN BATINİ TEFSİRLER NELERDİR? BEDİÜZZAMAN NE DEMEKTEDİR? TEFSİRCİLER NE DEMEKTEDİRLER?

1-Bediüzzaman "Kendisinin seyyid olmadığını" söylemektedir, 'bu konuda doğru söylememenin de dine uygun olmadığını' ifade etmektedir; tefsirciler, "Hayır, seyyiddir" demektedirler.
Bediüzzaman'a göre:

             Hz. Mehdi'nin hadislerde bildirilen en önemli özelliklerinden biri de, "SEYYİD" yani Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan olmasıdır:

Kıyametin kopması için zamanda sadece bir günden başka vakit kalmamış da olsa Allah BENİM EHL-İ BEYTİMDEN (SOYUMDAN) BİR ZATI (Hz. Mehdi'yi) gönderecek. (Sünen-i Ebu Davud, 5/92)

             Bediüzzaman da aşağıdaki sözünde, kendisinin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olmadığını, Hz. Mehdi'nin ise bu mübarek soydan olacağını belirtmiştir:

... HEM MEHDİLİK İSNADINI HİÇ KABUL ETMEDİĞİMİ BÜTÜN KARDEŞLERİM ŞEHADET EDERLER. Hatta Denizli'deki ehli vukuf (bilgi sahibi kişiler) eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri (talebeleri) kabul edecek dediklerine mukabil (karşılık), Said itiraznamesinde demiş ki: "BEN SEYYİD DEĞİLİM MEHDİ SEYYİD OLACAK" DİYE ONLARI REDDETMİŞ... (Şualar, sf.365)

BEN, KENDİMİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) BİLEMİYORUM. BU ZAMANDA NESİLLER BİLİNMİYOR. HALBUKİ AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR. (Emirdağ Lahikası, sf.247-250)

               Bediüzzaman seyyid değildir ve seyyid olmamasının, kendisinin Mehdi olamayacağının delillerinden biri olduğunu belirtmektedir. Kuşkusuz ki bir kişiye bir soru sorulmasının nedeni, ilgili konunun doğrusunu öğrenmektir. Bediüzzaman Said Nursi'ye de Mehdi olup olmadığının sorulmasının nedeni doğruları öğrenmektir. Bu soru karşısında "Hayır, ben Mehdi değilim" diyorsa ve bunun onlarca delilini öne sürüyorsa buna inanmak gerekir. Zira Bediüzzaman çok açık bir şekilde bu konuya cevap vermiş ve "ben seyyid değilim"demiştir.

                Ayrıca Bediüzzaman eğer seyyid olmuş olsaydı, bunu gizlemesi için hiçbir sebep yoktu. Çünkü seyyid olmak, saklanması gereken bir özellik değildir. Tam aksine Peygamber Efendimiz (sav)'in neslinden olmak Müslümanlar için büyük bir şereftir. Dolayısıyla Bediüzzaman seyyid olsaydı, bunu hiçbir şekilde gizlemez ve açıkça ifade ederdi. Peygamberimiz (sav)'in soyundan olduğunu ifade etmekten büyük bir onur duyardı. Kendisine böyle bir soru sorulduğunda "Evet seyyidim, ama Mehdi değilim" derdi. Zira Bediüzzaman bizzat kendi eserlerinde Peygamberimiz (sav)'in  hadisini  hatırlatarak "seyyid olan bir kişinin seyyidliğini gizlemesinin Kuran ahlakına uygun olmadığını" belirterek, bu konudaki sözünün kesin olarak doğru olduğunu ifade etmiştir:

 Seyyid olmayan seyyidim ve seyyid olan değilim diyenler, ikisi de günahkar ve duhul ve huruc (isyan) haram oldukları gibi... hadis ve Kuran'da dahi, ziyade veya noksan etmek memnu'dur (yasaklanmıştır). (Muhakemat, sf.52)

               Bediüzzaman'ın bu sözü çok açıktır. Peygamberimiz (sav)'in hadisinde bildirildiği gibi, İslam ahlakına göre, seyyid olan bir kişi hiçbir nedenle bunu gizleyemez, saklayamaz. Seyyid olmayan bir kişi de ben seyyidim diyemez. Bu durumda Bediüzzaman gibi değerli ve üstün ahlaklı bir şahsın, seyyidliğini gizlediği yaklaşımı son derece yakışıksız bir düşüncedir. Bunun yanı sıra "her seyyid olan kişi, mutlaka Mehdi olacak diye bir durum da söz konusu değildir". Dünya üzerinde milyonlarca seyyid olan insan bulunmaktadır. Bir kişinin seyyid olması Mehdi olmasını gerektirmediği için, her insan bu gerçeği rahatlıkla dile getirebilir. Dahası Bediüzzaman "Benim bu konudaki tek eksikliğim seyyidliğim, eğer seyyid olsaydım Mehdi olurdum" da dememiştir. Tam aksine Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin tüm özelliklerini, yapacağı benzersiz faaliyetleri uzun uzun açıklamış ve bunların hiçbirinin kendi yaşadığı dönemde henüz gerçekleşmediğini belirtmiştir. Ayrıca Bediüzzaman Risaleler'de yine birçok kez "Kürt" olduğunu ifade ederek bu gerçeği delillendirmiştir (Münazarat, s.84; Tarihçe-i Hayat, sf.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.18).

Batın tefsircilerine göre:

               Bediüzzaman'ın sözlerini batın tefsiri adı altında yorumlayan kimseler, Bediüzzaman'ın yukarıda yer verilen apaçık izahlarını görmezlikten gelmektedirler. Bediüzzaman açıkça "Hz. Mehdi seyyid olacaktır, ben seyyid değilim" dediği halde, bazı şahıslar"Bediüzzaman'ın bu açıklamaları doğru değildir; kendisi falanca gün bizi çağırmış, hem şerif, hem seyyid hem de Hz. Mehdi'yim demiştir" gibi açıklamalarda bulunabilmektedirler. Dolayısıyla batın tefsircileri, Bediüzzaman'ın Risaleler'deki sözlerini yeterli bulmamakta ve onun bu sözlerini esas almamaktadırlar.

                Oysa ki bu, Bediüzzaman'ın, eserlerinde inandığı şeylerin tam aksine bilgiler verdiğini ve bunların doğrusunu da özel bir sohbet esnasında yalnızca iki üç kişiye açıkladığını iddia etmek anlamına gelir. Bu da, Bediüzzaman'ın yüzlerce sayfa boyunca yaptığı açıklamaların "geçersiz" olduğunu ve verdiği yanlış bilgilerle senelerdir tüm Müslümanları yanılttığını söylemek olur ki, bu, yaşadığı asrın müceddidi olmuş böyle büyük bir İslam büyüğüne yöneltilen çok büyük bir iftira ve haksızlık olur. Yüzlerce sayfa boyunca yazdıklarının aksine, Bediüzzaman'ın "-yalnızca iki üç kişiye- tüm yazdıklarının yalan olduğunu söylediği" şeklinde bir iddia, bu tür iddiaların sahiplerini töhmet altında bırakır. "Bediüzzaman Hazretleri milyonlarca insanı aldattı, yalan söyledi; fakat bu konunun doğrusunu üç beş kişiye açıkladı" şeklinde bir iddia hiçbir şekilde kabul edilemez. Risale-i Nur'da, Bediüzzaman Hazretleri'nin"yüzlerce sayfa çok kapsamlı ve detaylı yalan söylediğini ve ümmeti aldattığını, bu yazılanların bir aldatmaca olduğunu" iddia etmek bir hezeyandır. Sevgi adına da olsa böyle ağır bir hakaret yapılamaz.

2- Bediüzzaman, "3 vazifeyi birden yerine getiren kişi ancak ahir zaman Mehdi'sidir" demektedir; tefsirciler, bu vazifelerden  sadece birini yeterli görmektedirler.

Bediüzzaman'a göre:

                Önceki bölümlerde de yer verildiği gibi, Bediüzzaman eserlerinde pek çok kez Hz. Mehdi'nin üç görevi olduğunu belirtmiş, bu üç görevin birarada yerine getirilmesinin Hz. Mehdi'nin en önemli alametlerinden biri olduğuna dikkat çekmiştir. Bu görevlerin birincisi materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yapılması ve bu akımların fikren tam olarak susturulmasıdır. İkincisi, İslam dünyasının liderliğini üstlenerek İslam Birliği'nin sağlanması, üçüncüsü ise, Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasıdır. Bediüzzaman kendi yaşadığı dönemde bu üç görevin birden yerine getirilemediğini, bunu ancak Hz. Mehdi'nin gerçekleştirebileceğini söylemektedir. Bediüzzaman'ın bu konuyu açıklayan pek çok sözü vardır. Bunlardan biri şöyledir:

Hem bu ÜÇ VEZAİFİ (görevi) BİRDEN BİR ŞAHISTA YAHUT CEMAATTE BU ZAMANDA BULUNMASI VE MÜKEMMEL OLMASI VE BİRBİRİNİ CERHETMEMESİ (birbirine engel olmaması, zarar vermemesi) PEK UZAK, ADETA KABİL (mümkün)GÖRÜLMÜYOR. Ahir zamanda, AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'NİN (A.S.M.) (Peygamberimiz (sav)'in soyunun) CEMAAT-İ NURANİYESİNİ(nurani cemaatini) TEMSİL EDEN HAZRET-İ MEHDİ'DE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ANCAK İÇTİMA EDEBİLİR(biraraya gelebilir, toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, sf.139)
Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "ÜÇ VEZAİFİ (GÖREVİ) BİRDEN" yerine getireceğini belirttiği bu sözüyle konunun önemini bir kez daha hatırlatmaktadır. Kendisi de dahil olmak üzere, önceki müceddidlerin hiçbirinin bunların üçünü birarada gerçekleştirmediğini açıkça ifade etmekte, dolayısıyla kendisinin Mehdi olmayacağını söylemektedir.

              Bediüzzaman, "BU ZAMANDA" sözleriyle kendi yaşadığı dönemden bahsetmektedir. Ve kendi zamanında, Hz. Mehdi'nin yerine getireceği üç görevi tek bir şahsın aynı anda yerine getirmesinin ve bu üç vazifenin birbirini engellememesinin mümkün olmadığını söylemektedir. Bediüzzaman bu kanaatinin ne kadar güçlü olduğunu ise, "PEK UZAK" ve "ADETA KABİL (MÜMKÜN) GÖRÜNMÜYOR"sözleriyle belirtmiştir. Bu da, Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde Hz. Mehdi'nin henüz gelmediğini gösteren bir başka önemli delildir. Bediüzzaman'ın yaşadığı dönemde, üç görevin birden yerine getirilmesine imkan olmamıştır. Bediüzzaman ancak kendisinden bir asır sonra gelecek Büyük Mehdi'nin bu görevlerin hepsini yerine getireceğini bildirmektedir.

                 Bediüzzaman, burada kullandığı "ANCAK" kelimesiyle bir başkasının bu görevleri başarmasının Allah'ın dilemesiyle "İMKANSIZ"olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allah bu vazifeleri yalnızca Hz. Mehdi'nin yerine getirebilmesini takdir etmiştir. Hz. Mehdi de kaderinde böyle takdir edildiği için bu görevleri Allah'ın izniyle başarıyla yerine getirecektir. İslam tarihinde henüz bunu başaran bir kimse ya da topluluk görülmediği gibi, Bediüzzaman kendi yaşadığı devirde de bu durumun gerçekleşmediğini vurgulamaktadır.

                    Bediüzzaman bir başka sözünde de, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Hz. Mehdi'nin yapacağı üç önemli görevi bu şekilde birarada yerine getirmediklerini ifade etmiştir. Bu nedenle de ahir zamanın "BÜYÜK MEHDİ"si ünvanını alamadıklarını belirtmiştir.

                  Bediüzzaman bu anlamda, Risale-i Nur'un da Hz. Mehdi'nin üç görevinden birincisi olan "imanı kurtarmak" görevini yerine getirdiğini söylemiştir. Ancak bu hizmetin dar dairede yani belirli bir çevrede sınırlı kaldığını, Büyük Mehdi ünvanını taşıyacak olan Hz. Mehdi'nin ise bu görevi ve diğer iki görevini dünya çapında gerçekleştireceğini açıklamıştır. Dolayısıyla Hz. Mehdi ortaya çıktığı zaman, hadislerde de belirtildiği gibi, Mehdiliğini iddia etmeyecek ya da bunun propagandasını yapmayacaktır. Hz. Mehdi'nin burada sayılan ve dünya çapında etkili olacak olan büyük icraatları, bu kutlu şahsın ortaya çıktığının en büyük ispatı ve delili olacaktır.

Batın tefsircilerine göre:

               Bediüzzaman, Hz. Mehdi'nin üç görevi birarada yerine getireceğini, ama kendisinin bu görevleri yerine getirmediğini ifade etmektedir. Batın tefsircileri ise, Bediüzzaman'ın bu konudaki çok açık ifadelerine rağmen, 'yalnızca tek bir görevin yerine getirilmesinin Mehdilik için yeterli olduğunu' iddia etmektedirler.

                 Bediüzzaman hayatını İslam ahlakının tebliğine adamış, yaşadığı yüzyılın kutbu olmuş çok değerli bir İslam alimi ve mütefekkiridir. Yaşadığı dönemde en zor şartlar altında bile iman hizmetini sürdürmüş, pek çok insanın iman etmesine vesile olmuştur. Ancak Bediüzzaman'ın bu hizmeti, sınırlı bir alanda gerçekleşmiştir. Hz. Mehdi'nin imani çalışmaları ise, İslam ahlakının 'tüm dünyada' hakim kılınmasını sağlayacaktır. Hz. Mehdi İslam dinini tüm batıl inanç ve hurafelerden arındıracak, Peygamberimiz (sav)'in sünnetini yeniden canlandırarak ve din ahlakını özüne döndürecektir. Bediüzzaman'ın hizmeti ise, böyle bir sonuca ulaşmamıştır. Bunun yanı sıra Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin diğer görevleri olan İslam Birliği'ni oluşturmamış, tüm dünyadaki Müslümanların manevi lideri vasfını taşımamış, bu vasıfla Hristiyan dünyasıyla ittifak yapmamış, Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetinin yeniden canlandırılmasıyla tüm yeryüzüne hakim kılınmasına vesile olmamıştır.

               Ancak batın tefsircileri, bu sonuçların hiçbiri oluşmadığı ve Bediüzzaman da bu gerçeği Risaleler'de açıkça dile getirdiği halde, tek bir görevin -ve bunun da yalnızca belirli cihetlerde- yerine getirilmiş olmasının Mehdilik için yeterli olduğunu iddia etmektedirler. Böyle bir iddia ise, "Bediüzzaman'ın sözleri önemli değildir; Risaleler'e değil, batın tefsiriyle yapılan açıklamalara inanmak gerekir" şeklinde bir düşünceyle hareket edildiğini göstermektedir. Bu ise, Bediüzzaman gibi değerli bir İslam aliminin büyük bir emek vererek, samimiyetle kaleme almış olduğu hikmetli eserlerinin güvenilirliğini tehlikeye atacak çok yanlış bir yaklaşımdır. Bediüzzaman yaşadığı asrın müceddidi olmuş, Müslümanlara ışık tutan çok büyük bir İslam alimidir. Kuşkusuz ki eserlerindeki her bir sözü de, bu doğrultuda en hikmetli açıklamaları içermektedir.

3-Bediüzzaman, 'Mehdi bir şahıstır ve şahsı manevisi vardır' demektedir; tefsirciler,'sadece şahs-ı manevidir' demektedirler.

Bediüzzaman'a göre:

              Bediüzzaman'ın Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin gelişi konularındaki izahları çok açık ve anlaşılırdır. Bediüzzaman bu konularda Peygamberimiz (sav)'in hadislerine dayandırarak pek çok delil ile "Hz. İsa'nın ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olduklarını" açıklamıştır. Bediüzzaman tarih boyunca gönderilmiş olan tüm elçiler gibi, Hz. İsa'nın da, Hz. Mehdi'nin de birer şahs-ı manevileri olacağını belirtmiştir. Ancak bu şahs-ı manevinin başında Hz. İsa ve Hz. Mehdi birer şahıs olarak bizzat bulunacaklardır. Nitekim bir şahıs olmadan bir şahs-ı manevinin varlığından söz edebilmek de mümkün değildir. "Şahs-ı manevi" kavramı genellikle bir cemaati temsilen kullanılan bir ifade şeklidir; ancak bu cemaat, lideri olmayan bir cemaat değildir. Her mümin topluluğunun bir önderi olduğu Kuran'da bildirilen, Allah'ın yüzyıllardır süregelen bir adetullahıdır.

               Bunun yanı sıra, Kuran'da tarih boyunca çeşitli toplumlara gönderilen elçiler, nebiler ve resullerin hayatları, mücadeleleri ve tebliğleri hakkında pek çok bilgi verilmiştir. Yaşadıkları olaylar, aileleri, eşleri, çocukları, Allah'a olan samimi imanları ve duaları ile ilgili ayetlerde çeşitli bilgiler yer almaktadır. Tüm bu bilgiler bize, tarih boyunca hiçbir elçi, nebi veya resulün bir şahs-ı manevi olarak gönderilmediğini, tüm elçilerin birer şahıs olarak geldiklerini göstermektedir. Aynı şekilde Peygamberimiz (sav)'den sonra gelen ve İslam tarihinde yer alan hiçbir müceddid veya müçtehid de bir şahs-ı manevi olarak gönderilmemiştir. Kuran'ın adetullahında tüm elçilerin, tüm müceddidlerin insanları uyarıp korkutacak, onları Allah'ın rızası, rahmeti ve cennetiyle müjdeleyebilecek, onlara doğruyu yanlıştan ayıracak bir hidayet rehberi olabilecek birer şahıs olarak gönderildikleri görülmektedir.

              Şahıs olmadan bir şahs-ı manevi olması, tüm diğer elçilerde olduğu gibi, Hz. Mehdi için de söz konusu değildir. Hz. Mehdi de geldiğinde, yine ona yakın kişilerden oluşan bir cemaati olacak, başlarında da Hz. Mehdi olacaktır. Nitekim Bediüzzaman'ın sadece birkaç sözünün incelenmesi dahi, bu konunun hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak açıklıkta olduğunu net bir biçimde ortaya koymaktadır:

Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi için kullandığı "O ZAT" ya da "O ŞAHIS" gibi ifadeler, Hz. Mehdi'nin bir "şahs-ı manevi" olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.

1) ... Hem de o eşhasın (o şahısların) şahs-ı manevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait asar-ı azîmeyi (fevkalade eserleri, izleri) O EŞHASIN (şahısların) ZATLARINDA tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, O EŞHAS-I HARİKA (o harika şahıslar; yani Hz. İsa ve Hz. Mehdi) çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. (Sözler, sf.343-344)

            Bediüzzaman bu sözünde Hz. İsa ve Hz. Mehdi için "o eşhas-ı harika" (o harika şahıslar) ifadesini kullanarak, her ikisinin de birer şahs-ı manevi değil, birer şahıs olarak geleceklerini açıkça belirtmiştir.

2) ... Ona karşı Al-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranîsine (Peygamberimizin nurani soyuna) bağlanan, ehl-i velayet (velilerin) ve ehl-i kemalin (kamil iman sahiplerinin) başına geçecek Al-i Beytten Muhammed Mehdi isminde BİR ZAT-I NURANİ (nurlu bir şahıs), o Süfyan'ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi (münafıklık akımını) öldürüp dağıtacaktır… (Mektubat, sf.56-57)

             Bediüzzaman burada da "bir zat-ı nurani" yani "nurlu bir şahıs" diyerek Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil, bir insan olduğunu açıklamıştır.

             Bediüzzaman ayrıca "nurlu bir şahıs" ifadesiyle bahsettiği bu kişinin "kamil iman sahiplerinin başına geçerek onlara önderlik edeceğini" bildirmekte ve bu sözleriyle, Hz. Mehdi'nin bir şahıs olacağını bir kez daha tekrarlamaktadır.

3) … O ZAT, o taifenin uzun tedkikatı (o topluluğun uzun araştırmaları, incelemeleri) ile yazdıkları eseri kendine hazır bir program yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu vazifenin istinad ettiği (dayandığı) kuvvet ve MANEVİ ORDUSU, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd (dayanışma) sıfatlarına tam sahib olan bir kısım ŞAKİRDLERDİR (öğrencilerdir). Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar. (Emirdağ Lahikası-1, sf.266-267)

             Bediüzzaman bu sözünde de Hz. Mehdi için "o zat" ifadesini kullanmıştır. Bunun yanı sıra Hz. Mehdi'den ayrı, cemaatinden ayrı olarak bahsederek Hz. Mehdi ve onun şahs-ı manevisinin iki ayrı kavram olduğunu da bir kez daha açıklamıştır.

4) ... O ileride gelecek ACİB BİR ŞAHSIN (şaşılan ve hayret uyandıran şahsın) bir hizmetkarı ve ONA yer hazır edecek bir dümdarı (önceden gelen takipçisi) ve  O BÜYÜK KUMANDANIN pişdar bir neferi (öncü bir askeri) olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, sf.162)

              Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı "acib bir şahıs" ifadesi, Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil, bir şahıs olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

                Bediüzzaman sözlerinin devamında ise Hz. Mehdi'nin "kumandanlık vasfına" da dikkat çekmektedir. Bir şahs-ı manevinin kumandanlık sıfatı taşımasının söz konusu olamayacağı; burada Hz. Mehdi'den bu görevi yerine getirebilecek bir şahıs olarak bahsedildiği çok açıktır.

                Ayrıca Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi'nin üstleneceği bu büyük görevde kendisinin de "bu acib şahsın hizmetkarı" olabileceğini ifade ederken, Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu bir kez daha vurgulamıştır.

5) ... Ahir zamanın en büyük fesadı zamanında; elbette en büyük BİR MÜÇTEHİD (içtihad eden büyük İslam alimi), hem en büyükBİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem HAKİM, hem MEHDİ, hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi), hem KUTB-U A'ZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi) olarak BİR ZAT-I NURANİYİ gönderecek ve O ZAT da Ehl-i Beyt-i Nebevîden (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır. (Mektubat,  sf.411, 412) (Mektubat, sf.441)

               Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı "müçtehid, müceddid, hakim, Hz. Mehdi, mürşid, kutb-u a'zam, bir zat-ı nuranî" vasıfları, anlamlarından da anlaşılacağı gibi ancak bir kişiye ait olabilecek özelliklerdir.
Ayrıca Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin "bir zat-ı nurani" olduğundan bahsetmektedir. Eğer Bediüzzaman Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi burada "bir zat-ı nuraniden" değil, "bir şahs-ı manevi-i nuraniden" bahsederdi.

             Ayrıca burada şahıs kelimesinden önce kullanılan "bir" kelimesi de bu konuyu bir kez daha açıklamaktadır.  "Zat" ise zaten yine birlik ve şahıs ifade eden bir kelimedir. Bediüzzaman burada açıkça "bir zat" ifadesini kullanmıştır; "iki" ya da "birileri" dememiştir. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın tüm bu açıklamaları, Hz. Mehdi'den bir şahs-ı manevi olarak bahsetmediğini kesin bir şekilde ispatlamaktadır.

6) ... Belki nur-u imanın (imanın işığının) dikkatiyle, O EŞHAS-I AHİR ZAMAN (ahir zaman şahısları) tanınabilir. (Sözler, sf.343-344)

              Bediüzzaman Hz. İsa ve Hz. Mehdi için "ahir zaman şahısları" ifadesini kullanmıştır. Bediüzzaman'ın burada kullandığı 
"şahıslar"ifadesi, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olarak değil, birer insan olarak geleceklerini açıkça ortaya koymaktadır.

            Bediüzzaman'ın, ahir zamanda gelecek olan bu şahısların "imanın nuruyla tanınabileceklerini" belirtmesi de yine Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahıs olarak geleceklerini açıkladığını  göstermektedir. "Tanıma" fiili ancak insanlar için geçerli olabilecek bir durumu ifade etmektedir. Bir şahs-ı manevinin kendisi olup olmadığının tanınabilmesi elbetteki söz konusu değildir.

7) ... Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar (fikir akımları) var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza (farz edelim)HAKİKİ BEKLENİLEN VE BİR ASIR SONRA GELECEK OLAN O ZAT dahi bu zamanda gelse... (Kastamonu Lahikası, sf.57)

             Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı "o zat" ifadesi de yine bu konuyu hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde netleştirmektedir. Bediüzzaman, Hz. Mehdi'den "hakiki beklenilen o zat" ifadesiyle bahsetmektedir. Eğer Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olacağını söylemek isteseydi Bediüzzaman'ın burada "beklenilen şahs-ı manevi" demesi gerekirdi, ancak Hz. Mehdi'yle ilgili böyle bir ifade kullanmamıştır.

                Bediüzzaman bu sözünde ayrıca Hz. Mehdi'nin "bir asır sonra geleceğini" belirtmektedir. Bir şahs-ı manevi için ortaya çıkış tarihi verilmeyeceği çok açıktır. "Gelme" fiili ancak bir şahıs için kullanılacak bir kelimedir ve buradan da Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bir kişi olarak bahsettiği açıkça anlaşılabilmektedir.

 8) … AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSIAl-i Beyt'ten (Peygamberimizin soyundan) olacak. (Şualar, sf.442)
Bediüzzaman burada da "ahir zamanın o büyük şahsı" sözleriyle Hz. Mehdi'nin ahir zamanda gelecek olan bir şahıs olduğunu tekrarlamıştır. Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacağını belirtmiş olması ise, Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi'den bir şahs-ı manevi olarak bahsetmediğini çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zira 'bir şahs-ı manevinin bir başka insanın soyundan gelebilmesi söz konusu değildir'.

9) … Ben de onlara demiştim: "Ben, kendimi seyyid (Peygamberimiz'in soyundan) bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki ahir zamanın o büyük şahsı, Al-i Beyt'ten (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) olacaktır. (Emirdağ Lahikası-1, sf.267)

          Bediüzzaman bu sözünde de yine "ahir zamanın o büyük şahsı" diyerek Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi değil bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir.

            Bediüzzaman "Hz. Mehdi'nin Peygamberimiz (sav)'in soyundan olacağını" bu sözünde de bir kez daha belirtmektedir. Yukarıda da açıklandığı gibi, Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelebilmesi için Hz. Mehdi'nin ancak bir insan olması gerekmektedir ki Bediüzzaman da bu sözüyle bu gerçeği açıkça vurgulamaktadır.

10) ... Rivayetlerde, ahir zamanın alametlerinden olan ve AL-İ BEYT-İ NEBEVİ'DEN HAZRET-İ MEHDİ'NİN (Radıyallahü Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. (Şualar, sf.465)

11) ... Said itiraznamesinde demiş ki: "Ben seyyid değilim. MEHDİ SEYYİD (peygamber soyundan olan kimse) OLACAK." diye onları reddetmiş. (Şualar, sf.368)

             Bediüzzaman bu iki sözünde de, Hz. Mehdi'nin "seyyid" yani "peygamber soyundan gelecek bir şahıs" olduğunu birer kez daha tekrarlamıştır.

12) ... Beşinci ve Altıncı İşaretler, ıslah-ı alemin (tüm insanların kötülüklerden arındırılıp iyileştirilmesinin) bizzat HAZRET-İ MEHDİ'NİN ZUHURUNA vabeste (bağlı) olduğuna kanaat eden zümreden (gruptan), BU ZAT'I ALİŞANIN (şanı yüce bu zatın) dahi bu emirde muktedir olmasında (kuvvetli olmasında) şüphe duyanların, bu vehimlerini (kuruntularını, düşüncelerini) bertaraf edecek (ortadan kaldıracak), itimadlarını temin edecek (güvenlerini sağlayacak), gayet kuvvetli güneş gibi bir hakikat. (Barla Lahikası, sf.110)

              Bediüzzaman'ın bu sözündeki "bu zat-ı alişan" ifadesi de yine Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak geleceğini açıkça belirttiğini göstermektedir.


13) … O ZAT, bütün ehl-i imanın (iman edenlerin) manevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslamın muavenetiyle (İslam Birliği'nin yardımlaşmasıyla) ve bütün ulema ve evliyanın (alimlerin ve velilerin) ve bilhassa Al-i Beyt'in neslinden (özellikle Peygamberimiz'in neslinden) her asırda kuvvetli ve kesretli (çok sayıda) bulunan milyonlar fedakar seyyidlerin iltihaklarıyla (peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası-1, sf.266-267)

            Bediüzzaman bu sözünde de bir kez daha Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak ortaya çıkacağını "o zat" ifadesiyle yinelemiştir.

             Ayrıca "Hz. Mehdi'nin yerine getireceği büyük görev"den de bahsederek, onun bir şahs-ı manevi değil, bir insan olarak iş başında olacağını ifade etmiştir.

14) ... Bu hakikatten anlaşılıyor ki; SONRA GELECEK O MÜBAREK ZAT... (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)
Said Nursi bu açıklamasında da yine Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak geleceğini "o mübarek zat" sözleriyle tekrarlamıştır.

15) ... Çok zaman evvel bir ehl-i velayetten (velilerden) işittim ki;  O ZAT, eski velilerin gaybi işaretlerinden istihrac etmiş (bir anlam çıkartmış) ve kanaati gelmiş ki: "Şark tarafından bir nur zuhur edecek, bid'atlar zulümatını (dine sonradan girmiş olan hurafelerin oluşturduğu karanlığı) dağıtacak." Ben, böyle bir nurun zuhurunu (ortaya çıkışını) çok intizar ettim (gözledim) ve ediyorum. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle kudsi çiçeklere zemin hazır etmek lazım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O NURANİ ZATLARAzemin izhar ediyoruz (hazırlıyoruz). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.189, Mektubat, sf.34)

-... O zat...

-... O nurani zatlara...

             Bediüzzaman bu sözünde ahir zamanda gelecek bu kutlu şahıslar için iki kez "zat" kelimesini kullanmıştır. Kendisinin bu "nurani şahıslara zemin hazırladığını" söyleyerek, Hz. İsa ve Hz. Mehdi'nin birer şahs-ı manevi olmadıklarını, birer zat olduklarını açıkça ifade etmiştir.

16) ... ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMANDA GELECEK ZATIN üç vazifesinden en mühimmi (önemlisi) ve en büyüğü ve en kıymetdarı (kıymetlisi) olan îman-ı tahkikîyi neşr (gerçek imanı yayma) ve ehl-i îmanı dalaletten (iman edenleri sapmaktan) kurtarmak... (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.9)

              Bediüzzaman burada da Hz. Mehdi'nin, İslam aleminin beklediği "ahir zamanda gelecek bir zat" olduğunu belirterek onun bir şahs-ı manevi olmadığını bir kez daha tekrarlamıştır.

17) … Ehl-i imanı dalaletten muhafaza etmek (iman edenlerin doğru yoldan sapmalarını engellemek) ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile (araştırma ile) meşguliyeti iktiza ettiğinden (gerektirdiğinden), HAZRET-İ MEHDİ'NİN O VAZİFESİNİ BİZZAT KENDİSİ görmeğe vakit ve hal müsaade edemez... (Emirdağ Lahikası-1, sf.266-267)

              Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı "kendisi" kelimesi de yine şahıs ifade eden ve Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olmadığını ortaya koyan bir başka delilidir.
Said Nursi bu sözünde ayrıca Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu gösteren başka vurgular da kullanmıştır:

1- Hz. Mehdi'nin yerine getireceği bir görev vardır. Demek ki Hz. Mehdi bir şahıstır.

2- Hz. Mehdi, diğer görevleriyle meşgul olacaktır ve bu görevi bizzat kendisinin yerine getirebilmesi için vakti olmayacaktır. "Meşguliyet ve vakit darlığı" ancak bir insan için söz konusu olabilecek durumlardır. Bir şahs-ı manevinin meşgul olması ya da vaktinin olmaması söz konusu değildir.

18) ... "istikbal-i dünyeviyede BİN DÖRTYÜZ SENE SONRA GELECEK BİR HAKİKATİ asırlarında karib (yakın) zannetmişler" (Sözler, sf.318)

         Bediüzzaman bu sözleriyle, İslam tarihinde pek çok kişinin Hz. Mehdi'nin kendi dönemlerinde geleceğini düşünerek yanıldıklarını ve bu zatın Peygamberimiz (sav)'den 1400 sene sonra geleceğini hatırlatmıştır. Yukarıdaki bölümlerde de belirtildiği gibi, "gelme"eylemi ancak bir insan için söz konusu olabilecek bir durumdur. Bediüzzaman burada Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevi olduğunu vurgulamak isteseydi, çok farklı ifadeler kullanırdı. Oysa ki tarihini de vererek, ne zaman geleceğini belirtmesi Hz. Mehdi'den bir şahıs olarak bahsettiğini ortaya koymaktadır.

Bediüzzaman Hz. Mehdi ve onun cemaatinin şahs-ı manevisinden iki ayrı kavram olarak bahsetmektedir.

19) ... o vazifeleri ONUN cem'iyeti ve seyyidler cemaati yapacağını rahmet-i İlahiye'den bekliyoruz. (Emirdağ Lahikası-1, sf.265)
Bediüzzaman, bu açıklamasında Hz. Mehdi için "onun", Hz. Mehdi'nin cemaati içinse "onun cemiyeti" ifadesini kullanmıştır. Kişilik ifade eden "onun" kelimesi, Hz. Mehdi'nin bir şahıs olduğunu göstermektedir. Cemiyeti ise, Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevisini temsil etmektedir ve Hz. Mehdi'nin zatından ayrı bir kavram olarak ele alınmıştır. Ancak Hz. Mehdi'nin bir cemiyeti olabilmesi için, kendisinin de bir şahıs olarak bu cemiyetin başında bulunması gerekmektedir.

20) ... HAZRET-İ MEHDİ'NİN CEM'İYET-İ NURANİYESİ, Süfyan komitesinin tahribatçı rejim-i bid'akaranesini (dinde olmayanı dine sokarcasına) tamir edecek, Sünnet-i Seniyeyi (Peygamberimiz (sav)'in sözlerine ve hareketlerine dair en yüksek ve kıymetli haller, tavırlar, hareket düsturlarını) ihya edecek (canlandıracak); yani alem-i İslamiyette Risalet-i Ahmediyeyi (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in peygamberliğini) inkar niyetiyle Şeriat-ı Ahmediyeyi (ASM) (Peygamberimiz (sav)'in getirdiği Kuran hükümlerini) tahribe (yıkıp bozmaya) çalışan Süfyan komitesi, HAZRET-İ MEHDİ CEM'İYETİNİN mu'cizekar manevî kılıncıyla öldürülecek ve dağıtılacak. (Mektubat, sf.473)

-... Onun cemiyeti...

-... Hz. Mehdi'nin cemiyet-i nuraniyesi...

-... Hz. Mehdi cemiyetinin...

               Bediüzzaman'ın bu sözünde geçen "Süfyan komitesi", Darwinist, materyalist ve ateist akımları temsil etmektedir. Bediüzzaman ahir zamanda gelecek olan Hz. Mehdi'nin, bu akımların hak dini bozmaya yönelik faaliyetlerini durduracağını, dini aslına döndüreceğini ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetiyle amel edeceğini bildirmiştir.
Bediüzzaman bu ve yukarıdaki sözünde Hz. Mehdi'nin bir cemiyeti olacağını belirtmektedir. Bu cemiyet, Hz. Mehdi'nin bizzat başında olmasından oluşan şahs-ı manevisidir. Önceki bölümlerde de açıklandığı gibi, "Hz. Mehdi'nin cemiyeti", Hz. Mehdi'nin de başında bulunacağı, onun tebliğine uyup ona tabi olan insanlardan oluşan bir topluluğu ifade etmektedir. Ancak bu topluluğun bu konudaki en önemli özelliği, bu şahs-ı maneviyi oluşturan şahsın yani Hz. Mehdi'nin varlığıdır. Dolayısıyla Bediüzzaman'ın bu sözünde kullandığı"Hz. Mehdi'nin cemiyet-i nuranisi (Hz. Mehdi'nin nurani cemiyeti)kavramı da yine Hz. Mehdi'nin bir şahıs olarak geleceğini göstermektedir.

21) ... Ta ahir zamanda, hayatın geniş dairesinde asıl sahibleri, yani MEHDİ VE ŞAKİRDLERİ (öğrencileri), Cenab-ı Hakkın izniyle gelir, o daireyi genişlendirir ve o tohumlar sünbüllenir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, sf.172) (Kastamonu Lahikası, sf.72)

Bediüzzaman bu sözünde Hz. Mehdi ve şahs-ı manevinin ayrı kavramlar olduğunu açıkça ifade etmektedir. Hz. Mehdi ve şakirtleri olarak iki ayrı kavramdan bahsetmektedir; Hz. Mehdi'nin zatı ve talebeleri. Buradaki "ve" kelimesi bu konuya açıklık getirmektedir. Bu ikisi birbirinden ayrıdır ve ikisinin biraraya gelmesinden Hz. Mehdi'nin şahs-ı manevisi oluşmaktadır.

22) ... Hem bu üç vezaifi (vazifeleri) birden bir şahısta, yahut cemaatte bu zamanda bulunması ve mükemmel olması ve birbirini cerhetmemesi (çürütmemesi) pek uzak, adeta kabil (mümkün) görülmüyor. Ahir zamanda, Al-i Beyt-i Nebevi'nin (asm) (Peygamberimiz'in soyunun) cemaat-i nuraniyesini (nurani cemaatini) temsil eden HAZRET-İ MEHDİDE VE CEMAATİNDEKİ ŞAHS-I MANEVİDE ancak içtima edebilir (toplanabilir). (Kastamonu Lahikası, sf.139) (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf.186)

           Bediüzzaman'ın bu sözünde de Hz. Mehdi ve cemaaatinin şahs-ı manevisi yine "ve" ifadesiyle birbirinden ayrılmıştır. Bu izahtan Hz. Mehdi ve şahs-ı manevinin iki ayrı kavramı temsil ettiği anlaşılmaktadır.  "Hz. Mehdi'nin cemaatindeki bir şahs-ı manevi"den bahsedilmekte, "Hz. Mehdi" ise bu kavramın dışında tutularak ayrıca zikredilmektedir. Demek ki Hz. Mehdi'nin bir şahs-ı manevisi olacak ancak kendisi de ayrıca bu şahs-ı manevinin başında bulunacaktır.

23) … MEHDİ-İ AL-İ RESUL'ÜN TEMSİL ETTİĞİ KUDSİ CEMAATİNİN ŞAHS-I MANEVİSİNİN üç vazifesi var. (Emirdağ Lahikası-1, sf.265)
Bediüzzaman'ın bu sözünde ise, Hz. Mehdi'nin cemaatinin şahs-ı manevisinin yerine getireceği üç büyük vazifeden bahsedilmektedir. Bu cemaatin şahs-ı manevisini temsil eden, başlarındaki kişi ise Hz. Mehdi'dir. Ama bu görevi, bu kudsi cemaatin şahs-ı manevisi yerine getirmektedir. Bediüzzaman'ın bu açıklaması da yine Hz. Mehdi'nin "şahs-ı manevisi"nin ve "zatının" iki ayrı kavram olarak ele alındığını göstermektedir.